Ucu bucağı olmayan gökyüzüm...
İhtiyacım olduğunda başımı kaldırıp baktığım ihtiyacım olmadığında oralı bile olmadığım kavramım...
Zamanım...
Kaybetmeye başladığım anlarda durdurmak istediğim, kazandığımı anladığım zamanlarda saniyesini bile geçiremediğim oyuncağım...
"Zaman zaman" hiçliğim, başlangıcım, sonum...
Zaman,
Yeryüzünde gördüğüm en keskin ve parçalayıcı silah.
Ara sıra alıp kalbime doğrulttuğum ve karşımdakini de yine ayni silahla korkuttuğum...
Zaman...
Sözlerimizin bittiğinin habercisi olan son kelimemiz, karşımızdakini avutmak için uydurduğumuz, umut kelimesinin yan anlamı saydığımız ve aslında beklediğimiz her neyse artık gelmeyeceğinin ince ince habercisi bildiğimiz, hayatımızın boşluk tamamlayıcı kelimesi...
"Bana birazcık zaman ver!" diye başlayan ve aslında "git" ya da "bitsin" diyemediğimiz iç sesimizin anaç yani zaman...
Hepimizin yükünü taşıyan, birçoğumuzun katili olan ve çoğumuzun da günah keçisi sayılan çok derin bir kavram...
Bu hayatta Neyi beklediğimizi bilmeden ama hep bir şeyleri beklememizi isteyen ve bizi en çokta kendisi bekleten canlı...
Zaman...
Derin bir deniz.
Geçmişle geleceğimiz arasındaki o kildan ince, kılıçtan keskin köprü.
Ağzımızda sakız ve hayatımızda tuz biber...
Umudumuz ve umutsuzluğumuz...
Nereye baksak, neyi görsek ve neyi istesek içimizden geçirdiğimiz dua...
Ve hepimizin en sevdiği şarkı,
"Zaman...
Sadece birazcık zaman..."